Fakültemiz, Bahar dönemi etkinlikleri kapsamında Marmara Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih Bölümü öğretim Üyesi Prof. Dr. Yüksel Çelik’i konuk ettik. İşte Prof. Çelik’in konuşmasından öne çıkanlar ve önemli tespitler:
Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde payitaht İstanbul’un siluetini selatin camileri belirlerken, 19. yüzyılda Osmanlı modernleşmesinin kentsel morfolojide yarattığı değişimin tipik tezahürü olarak kışlalar öne çıkmıştır. 1826’da yeni kurulan çağdaş (talimli-eğitimli-itaatkâr) Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye Ordusu’ndan güç alan ‘muktedir hükümdarın ve merkeziyetçi devletin’ yeni iktidar sembolleri, genelde askeri yapılar özelde ise görkemli kışla yapıları olmuştur.
Râmi Kışlası’nın inşası, 1826-28 yılları arasında tamamlanmıştır. Kışla Edirne Vakası (1703) sonrası malları müsadere edilen Sadrazam Râmi Mehmed Paşa’nın çiftlik arazisinin bir bölümüne inşa edilmiş, yer seçiminde sur dışında olmasına rağmen, siyasi, idari ve sosyal hayatın merkezi konumundaki Suriçi’ne yakın olması da etkili olmuştur.
1828 yılında Rusya’nın savaş ilanı sonrası II. Mahmud’un Topkapı Sarayı’ndan görkemli bir törenle ayrılıp Râmi Kışlası’na yerleşmesi, 15 Eylül 1828-25 Mayıs 1830 tarihleri arasında 617 gün bilfiil orada kalması ve yanındaki kalabalık maiyeti ile devleti buradan yönetmiş olması, Kışla’nın önemini arttıran hususiyetlerdir.
Sultan II. Mahmud (hd.1808-1839) Osmanlı’da halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi konusunda paradigmayı değiştiren isimdir. Geleneksel idareci profilinde ve halkla temas alanında mesafeyi kaldırmış, hükümdarın görünürlüğü (ruler visibility) konusunda hayli çaba sarf etmiştir. Bu bağlamda, merasimler, teftişler, saltanat gezileri, av partileri, sivil-askeri mimari unsurları, tamir, tecdit ya da yeni inşa edilen yapılara eski ile kıyaslanmayacak derecede fazla sayıda kitabe ve tuğra koydurması, nihayet ‘Tasvir-i Hümayun’ olarak adlandırılan portresini Rami Kışlası’ndan başlayarak kışlalara ve resmi devlet dairelerine astırması söz konusu paradigma değişiklinin önemli adımları olmuştur.
Râmi Kışlası, Prof. Çelik’in neşrettiği kitabın alt başlığındaki “Aydın-Despotik Modernleşmenin Karargâhı” ibaresini yansıtacak şekilde 19. yüzyıldaki modernleşme çabalarının sembol yapılarındandır. Kışla, çağdaş askeri eğitim ve talimin karargâhı olması bir yana, kılık-kıyafet, askeri bando (muzıka), askere üniforma giydirilmesi ve Tasvir-i Hümayun’un (padişah portresi) sivil ve askeri yapılara asılması gibi uygulamalara ev sahipliği yapmıştır. Keza kışlada kurulan ve ‘Alay Mekteb-i Harbiyyesi/Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyyesi’ gibi isimlerle anılan mektepte, kurmay sınıfına namzet yetiştirme ve Maçka’daki Mekteb-i Harbiye için nitelikli subay adaylarına temel-nitelikli eğitim verme gibi askeri-siyasi anlamda önemli hedeflerin gerçekleştirileceği yer olması bakımından da kayda değerdir.
Rami Kışlası 19. yüzyıl boyunca askeri misyonu ve önemini korumuştur; Kırım Savaşı (1853-56) esnasında müttefik Fransızlara karargah olarak tahsis edilmiştir. Sonraki dönemlerde Balkanlardan İstanbul’a göç eden “evlad-ı fâtihân” için II. Abdülhamid devrinde Kışla çevresinde yeni yerleşim alanları açılmıştır. Mondros Mütarekesi (1918) sonrasında İstanbul’un işgali esnasında kışlaya Fransızlar yerleşmiştir. İşgal yıllarında Kışla çevresinde keyfi tavır ve davranışlarıyla halkı rencide eden Fransızlar, Sultan II. Mahmud Vakfı hayratından olan Kışla Camii’ne haç asmışlar, halkın tepkisine rağmen bu haç dört yıl kadar minarede asılı kalmıştır. Fransızların cephanelik olarak kullandığı Kışla Camii de işgalciler tarafından infilak ettirilmiş, geriye sadece minaresi kalmıştır.
İnşa edildiği 1828 ilâ 1971’e dek fiilen 143 yıl askeri amaçlarla kullanılan Kışla, daha sonra mülkî idareye devredilmiştir. Bir süre âtıl kalan ve 1985 yılından itibaren gıda toptancılarına tahsis edilen Rami Kışlası yapıları, zaman içinde tabii nedenler ve özellikle de insan kaynaklı müdahaleler sebebiyle harabeye dönmüştür. Neyse ki İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti süreci kapsamında mimari mirasımız konusunda artan duyarlılığın bir yansıması olarak ihya edilmesi kararlaştırılmış ve nihayet 2022 yılının son günlerinde restorasyonu tamamlanarak büyük bir kütüphane ve kültür merkezi olarak İstanbul halkının istifadesine sunulmuştur. Elbette bu denli önemli bir mimari yapının ihya edilmesi ve gündelik yaşamımızın, kültür ve sanat hayatımızın fonksiyonel bir unsuruna dönüştürülmüş olması son derece sevindirici bir gelişmedir.
Prof. Çelik’in keyifli sunumunu, uzun bir soru-cevap faslı takip etti.
Haberi hazırlayan: Elif Kanat, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisi